THE GENTLEMEN – İNCELEME

Gentlemen

 

Guy Ritchie son zamanlarda tarzının dışına çıkıp farklı bir şeyler denemek isterken ortalama derecede olan filmlerden öteye geçemedi gibi. Lock, Stock and Two Smoking Barrels ile başlayan tarzı Snatch ile zirve yapınca ondan sonra diğer işleri o kadar da tutmasa da Sherlock Holmes ile başarı yakalayabilmişti yine.

sherlock-holmes

Sherlock Holmes da benim izlediğim ilk Guy Ritchie filmi zaten. Zamanında izlerken çok sevmiştim filmi ama yönetmeni kimdi bilmiyordum ve araştırmamıştım da. Üzerinden seneler geçince Guy Ritchie filmlerini neden izlemiyorum deyip filmografisine baktım. Bir diğer sebebi de ayıp olmasından dolayı. Adamın işlerine göz atarken Sherlock Holmes’u görmem dumura uğratmıştı beni o yüzden. Sherlock Holmes’un böyle bir adamdan çıkması beklemediğim bir şeydi çünkü. Guy Ritchie filmlerini izlemedim evet ama ne türde filmler olduklarını biliyorum. Zamanında RocknRolla’yı da izlemiştim zaten ve Snatch türündeki filmlerin nasıl filmler olduklarından az çok haberim var. Sherlock Holmes gibi değiller onu biliyorum.

Snatch ve Lock, Stock and Two Smoking Barrels’i izledim ve gayet de beğendiğim filmler oldu ama tek şaşırdığım şey; Jason Statham. Bu adamın bu filmlerde ne işi var diye şaşırdım baya. Demek kendini B sınıfı aksiyon filmlerine satmadan önce böyle işlerde yer almış kendisi. Tabii daha yeni parladığı dönemler.

Screenshot_425

Lock, Stock and Two Smoking Barrels ve Snatch benzer yapıda filmler. Farklı karakterler ve farklı konular. Bu iki şey eninde sonunda bir araya gelip bağlanıyor ve sonuç ortaya çıkıyor kaos ile. Bunu da İngiliz mizahı ve durum komedisi ile harmanlıp süsleyerek sunuyor. Senaryolarını takip etmesi biraz zor oluyor ama. Çünkü Guy Ritchie senaryo anlatımına ya da açıklamasına girdiğinde çoğunlukla metinsel açıklamalar oluyor bunlar. Görselliği ile sunmayınca takip etmesi zorlaşabiliyor çünkü hızlı hızlı akıyor açıklamalar. Karakter isimlerini akılda tutmak da biraz zor olabiliyor o yüzden.

The Gentlemen filmini gördüğümde ise Guy Ritchie farklı işleri ile başarı yakalayamıyor diye eski tarzına dönüş yapıp o tarzın ekmeğini yemeye kaçmış gibi hissetmiştim. Muhtemelen 5 ya da taş çatlasa 6’lık bir işten öteye gidemeyecek demiştim. Beklentilerim gayet o idi. Sinemasına bile gitmeye niyetim yoktu aslında ama dostlarımla buluşacakken The Gentlemen için karar kıldıklarında zaten izleyecek başka bir şey olmadığı için ben de bir şey demedim.

Filmi 5’lik beklentiler ile izledim ama film hiç fena çıkmadı. Filmi izlerken orta kısımlarına gelirken şaşırıp dostlarıma “Bir dakika bu film fena değilmiş” demiştim. Guy Ritchie eski tarzına kaçmış ama fena olmamış. Tam olarak nasıl mı olmuş? Anlatalım artık.

 

HİKÂYE

Mickey Pearson isimli ana karakterimiz ot satmak ile meşgul bir insan. Bir imparatorluk kuracak kadar büyük olan Mickey karakteri artık elini eteğini bu işlerden çekip emekli olmak istemektedir. Tabii otlar gökten inmiyor. Arsa arsa yer altından üretiyor ve saklıyor. Bunları büyük bir fiyata Matthew isimli kişiye satmak için pazarlığını yapmıştır ve bunun gerçekleşmesi için biraz zaman gereklidir. Tabii bu pazarlık görüşmesinden sonra olaylar kopmaya başlar ve her şey sırasıyla birbirini tetikleyip bir yere bağlanır.

Gun

Yine bir Lock, Stock and Two Smoking Barrels ve Snatch formülü ile karşı karşıya olduğumuzu yazarak senaryonun nasıl dallanıp budaklandığını anlarsınız diye düşünüyorum. Senaryo başta kendini ağırdan alıyor ama o ayrı. Girişi biraz uzun ve detaylı olunca bu benim için şaşırtıcı oldu. Ana karakter ot yetiştiriyor ama bu kadar tonlarca otu nerede ve nasıl saklıyor diye sorgulatıyor girişi. Buna da uzunca cevap veriyor. Bu bana çok garip gelmişti çünkü muhtemelen kimsenin sorgulayacağı bir durum değil ama filmin kendini bu konuda açıklamaya çalışması taktir ettiğim yönü oldu. Her ne kadar ana karakterin ot üssü yer altında olması ana konu için önemli bir detay olsa da; film bunu “İşte yer altında işletiyoruz” deyip geçebilirdi.

Ot

Hikâyesini övebileceğim yönlerinden biri de uzun girişi olmasına rağmen Guy Ritchie kendi formülünü yeterli olay örgüleri ile doldurabilmiş. Uzun girişten sonra bir sorun çıkar mı diye merak etmiştim ama neyse ki bu konudaki endişemi yıkmayı başardı. Sahneler çok kısa da olmamış yeterince doldurayım diye. Üstüne üstlük iki farklı zaman çizgisi yer almakta filmde. İki farklı zaman arasındaki geçişler ile kurulan ayrı bir senaryo tempo dinamiği sağlayabilmişler. İki farklı zaman çizgisi elbette sık görülen bir şey ama giriş sahnesinde gerçekleşen olay yüzünden merak uyandıran bir gizem oluşturuyor. Filmin şimdiki zamanında geçen kısımları bu gizemi oluşturmasına sebep oluyor ve filmin geçmiş kısımlarının sunumu şimdiki zamandaki dedektif karakterinin anlatımı ile gerçekleşiyor. Bu sunum konsepti ile senaryoda yer yer abartılar meydana çıkabiliyor tempo için. Bunu filmin kendisi de itiraf ediyor. Karakter hikâyeyi abarttığı vakit itiraf edip “Azıcık tempo katalım dedim ne yani” diye açıklama yapıyor. Dolaylı yoldan 4.duvar kırılmasına merhaba diyin.

Abartı

Filmin gelişme kısımları da girişteki taktik ile şimdiki ile geçmiş zaman arasında geçiş yaparken görünen bazı olaylar yüzünden yine merak konusu uyandırmaya devam ediyor. Mesela filmin başında şimdiki zaman kısımlarında bir ölü karakter görüyoruz. Karakterin ismi dışında kimdir, neyin nesidir ve nasıl öldü falan hiçbir bilgi yok. Yarım saat sonra falan ise o karakteri geçmiş zaman çizelgesindeki sahnelerden birinde görüyoruz ve o an “Aha bu o ölü karakter” diyerek tansiyonu yükseltiyor. Sonra o sahnede yaşanacak olaylar için az çok fikir sahibi olup meraklanmaya da başlıyorsun.

Hikâyenin kendisi Lock, Stock and Two Smoking Barrels ve Snatch kadar karmaşa değil bu arada. The Gentlemen bu iki filme göre o konuda biraz basit kalmış ve sonu da vuruculuk açısından daha arka planda. Film belli bir noktaya gelene kadar uzunca bir köprü kuruyor ve bu köprünün yapım malzemeleri çok karışıkmış gibi sunuluyor ama öyle değil. Senaryonun temel taşları o kadar çetrefilli değil ve gelişme ile sonuç kısımları da bir o kadar öyle.

Mizah

Mizahı Snatch gibi yine. İngiliz mizahı sadece bir eklenti olarak yer almıyor filmde. Gayet filmin geneline hakim bu mizah. Gayet fazlasıyla kullanmış mizahını. Bunun dışında durum komedisi de aynı şekilde duruyor. Ve gayet iyiler. Mizah kısımlarında en kötü tebessüm ettiriyor. Filmde “Türlerinden biri de komedi” diyebileceğimiz kadar var mı? Yani. Aslında uzatmaya gerek yok pek. Snatch’de ne kadar varsa bu filmde de o kadar var. Aşağı yukarı yani. Ve senaryonun temposuna gayet de katkı sağlamış.

 

KARAKTERLER

Mickey

Mickey Pearson ana karakterimizle başlarsak kendisinin bir geçmişi ve motifi olan bir karakter diyebiliriz ama çok da derin bir mevzusu yok tabii. En nihayetinde emekli olmak isteyen bir karakter. Mickey karakterini çok da fazla gördüğümüzü yazamam zaten giriş sonrası. Hikâyenin gelişme kısımlarında Mickey karakterini az görmeye başlıyorsunuz ve bu sebepten de karakterin kendisini işlemeye çok vakit ayırmayınca Mickey karakteri kendini çok hissettirmemesi gibi bağlanamayabiliyorsun da karaktere.

Ray

Ray karakteri de bu kısımlarda devreye giriyor tabii. Filmin geneline yayılan bir screen time’ı var karakterin gerçi direkt. Filmin şimdiki zamanında geçen kısımlarında direkt öne çıkan 2 karakterden biri zaten. Ray karakteri gelişme kısımlarında parlamaya başlıyor ve spot ışığını Mickey’den çalıyor. Sakinliğini ve karizmasını öne sürerek sahnelerdeki ışığı kendine çekmesi sağ olsun izlemesi keyifli sahneleri oluyor. Sakinliğini korumaya çalışarak durumları çözmeye çalıştığı anlarda karakteri özellikle çekiyor. Bu sakinliği de tansiyonu yüksek sahnelere de sebep oluyor hatta.

Fletcher

İzlenmesi en keyifli karakterlerden diğeri ise Fletcher. Mizacı gayet alaycıl ve “sülalem rahat” modunda olan bu karakter filmin şimdiki zamanında geçmiş kısımlarını anlatıp sunan kişi. Bir nevi filmdeki anlatıcı sayılır. Alaycıl tonu filmin mizahını oluşturan unsurlardan biri tabii ve daha önceden de yazdığım gibi; anlattığı hikâyenin bazı kısımlarında abartmalar mevcut oluyor zaten.

Coach

Coach karakteri de filmdeki tanıtımı en havalı yapılan karakter. Diğer önemli karakterler klas takılan karakterler ama kendisi onların aksine eşofmanla falan gezen bir dövüş koçu ama sanırım filmdeki en efendi karakter Coach karakteri yeri gelebildiğinde. Öğrencilerine karşı eğitimdeki mizacı kaba ama onlara olan sevgisi, kendini tehlikeli bir olaya kefil edebilecek kadar da büyük. Hal hareketleri ve tepkileri karakteri ön plana çıkarabilmesini sağlayan etkenlerden. Özellikle son sahnelerdeki mütevazi bir hareketi ile kendini çok sevdiriyor.

Bunlar dışındaki karakterlerde özellikle bahsetmeye değer biri gelmiyor aklıma.

 

OYUNCULUK

Mickey 2

Matthew’un oyunculuğundan çok ses tonu keyif veriyordu bana. Matthew’un genel performansı iyi olsa da öyle akılda kalıcı bir yanı olmadığı gibi izlerken de çok iyi dediğim bir anı olmadı. Matthew olmasa olmazdı tadına getirecek bir performans söz konusu değildi kısacası. Elbette yazdığım gibi gayet iyi bir performans ama konu Matthew olunca daha üst düzey bir beklenti olabiliyor. Belki yazılmış olan karakteri buna pek müsaade etmedi bilmiyorum.

Ray2

Ray karakterini canlandıran Charlie Hunnam bana göre kendini daha çok öne atabildiği bir performans sergilemiş Matthew’a kıyasla. Çok iyi oynadığını yazabilirim. Yürüyüşü, duruşu ve tepkisel bakışlarındaki sakinliği ile performansını çok iyi ayarlamış. Aksanlı İngilizcesi ile de ayrı bir keyif sağladığı bir gerçek. Sesini tek bir tonda ayarlamış ve o tonu farklı performans anlarında değiştirmekten çok üzerinde oynayarak fazla abartı bir performansdan kendini alı koyarak daha doğal hissettiren bir performans çıkmış ortaya.

Fletcher2

Hugh Grant gıcık, alaycı ve çıkarcı bir kişiliklerden oluşan bir karakterin toplamını iyi sergilemiş. Onun da ayrı bir doğallığı olmuş o yüzden. Sürekli sırıtarak gıcık eden bir karakteri verebilmiş kendisi. Ray karakteri ile olan dinamiği bu yüzden çok keyifli. Oyunculuğu, filmin mizahını güzel karşılamış ve güzelce de mizahın kendisi olmuş gibi.

Coach2

Colin Farrell’ın da filmde olması ile True Detective’in iki ana karakterinin filmde yer alıyor olduğu bilgisini de yeni yeni fark etmiş oldum. Sinirli ve sakin bir karakter Coach. Yeri gelince bu zıtlıklar arasındaki geçişi sağlayabilen Colin amcaya saygılar. Güzel sergilemiş performansını. Tedirgin olduğu zaman tedirginliğini, sinirlendiğinde de ses tonunu ile yüz ifadesini güzel ayarlaması ve sakin kalmaya çalıştığında da o çabayı gösterebilmesi ile de performansını öne çıkaran özelliklerden. Tek sorun; Colin amca filmde çok görünmüyor o kadar. Performansından daha sık tat almak isterdim açıkçası ama ne yazık ki pek fazla filmde görünmüyor.

 

YÖNETMENLİK

 

Guy Ritchie filmi klas bir şekilde yönetmiş. Girişten klaslığını ortaya koyuyor film ve özellikle opening sahnesi çok iyi. Onun dışında filmin sinematografi türü genel olarak karakterlerin profillerine önden ve yanlardan odaklanmakta. Ya da benim aklımda daha çok öyle kaldı. Tekrar emin olmak için bakmak isterdim ama bir sinemaya gidemem.

Kamera

Filmin klaslığını sağlayan şey az biraz da bu sinematografisi olmuş zaten. Yönetmenin filtre, mekân, kostüm ve ışıklandırma seçimleri de bunda etkili. Özellikle film bizim günümüzde geçse bile film kendi içerisinde atmosfer olarak filmin geçtiği tarihe uyumlu kalmıyor. Kostüm ve mekân seçimleri sağ olsun film yer yer altmışlarda geçiyormuş gibi. Mickey karakterinin kasketi bu etkenlerden biriydi mesela.

Günümüz zamanı ile altmışlar ya da daha çok otuzlu yıllar arasında atmosferler gidip geliyor yönetmenlik sayesinde. Bunlar dışında yönetmenlik ile ilgili aklımda kalan pek bir şey oldu mu? Sanmıyorum. Filmi ilk kez izlerken başta odaklandığım taraf o taraflar olmadığı için ve bir daha izleme fırsatım da olamadığı için bu konuda pek sağlıklı yorumda bulunamıyorum. Guy Ritchie filmleri izlerken aklım fikrim daha çok diyaloglarda oluyor yoksa senaryoyu yakalayamıyorsun.

maxresdefault

Kamerayı temiz kullanmış bunu yazabilirim en azından. Kovalamaca sahneleri gayet yer almakta filmde ve kovalamaca sahnelerinde ben dikkat ederim kameraya. Çünkü genelde titrek oluyorlar ve bu beni rahatsız eder. Geçişlerde de biraz yönetmenlik numaraları söz konusu. Şimdiki ile geçmiş zaman arasındaki geçiş kurgularında bunu fark ediyorsun. Anlatıcı geçmiş olayları zaten sinema dili ile anlatıyor.

 

MÜZİK

 

Christopher Benstead besteci koltuğunda. Christopher Benstead kim, önemli biri mi derseniz o hangi açıdan baktığımıza bağlı. Besteci olarak belki olabilir. İleride anlarız onu çünkü kendisinin daha önce bestecilik yaptığı bir vakit olmamış. IMDb’nin yalancısıyım bilmiyorum.

O zaman neden Christopher Benstead’den bahsediyorum özellikle? Kendisinin sinema sektöründeki çalışmaları kayda değer. Fazlasıyla önemli isimlerde yer almış ama tabii daha çok müzik editörü, ek müzik ve düzenleme gibi vs. Best Achievement in Sound Mixing dalında Oscar kazanmışlığı da var hatta.

Yani The Gentlemen işi adamın ilk bestecilik işi. Sektöre yıllarını vermiş adam ve sonunda besteci olmuş. Bu çok önemli bir şey olmalı Christopher için. Filmi izlerken çok dikkat edemedim ama neyse ki OST internette var ve dinledim tekrardan. Eğer bestecinin kim olduğunu baştan bilseydim, izlerken ona göre dikkat kesilirdim.

OST’ye gayet keman havası hakim. Birçok parçası gayet birbirine benziyor. Ayırt etmek ne kadar mümkün bilmiyorum ama fena değiller. Birkaç parçası bana hafiften The Irishman’in ana tema müziğini de anımsattı yalan yok. İlk birkaç parça cidden fena değil. Bunu sadece filme olan atmosferi için demiyorum. Tek başına dinlerken bana verdiği tat olarak da. Muhtemelen en fazla filmde iyi giden parçalardır diye düşündüm ama birkaçı hiç fena değil. Gerisi de birbirine benziyor ama ortalama civarlarında yine. Yükselme ve tempoyu ayakta tutma kısımlarındaki notalar birbirlerine benziyor diğer parçalarda da.

 

GENEL OLARAK

 

The Gentlemen ile Guy Ritchie özlerine doğru fena olmayan bir dönüş yapmayı başarmış. Metacritic’de ortalaması iyi değil ama aldanmayın. 0-30 arası puanlar da var çünkü. Muhtemelen mizahı yüzünden duyarcılık yapanlar çok oldu. Son zamanlarda zaten “Aman şuna bir şey demeyin, aman buna laf çakılmasın” duyarcılığı almış başını gidiyor. Irkçı mizahı da var sonuçta filmde ama aşağılama amaçlı değil özellikle tabii.  Filmde Asyalılar da var zaten. Nefret kazanması için çok sebebi vardı filmin ve bu gerçekleşti de. Çünkü argümanlara bakıyorum ve içleri yeterince dolu değil. Film öyle film şöyle ama neden yok. Samimi gelmiyor. Zaten izleyici puanı gayet iyi.

Oyunculuların performansı çok keyifli, mizahı filmi güzel tempoda tutuyor ve salakça aksiyon sahnelerine kaymıyor tempo yapacağım diye. Gayet oyuncuları ile keyifli anlar yaşatıp tempoyu sağlayarak daha başarılı çizgi tutturmuş Guy. Keyifli bir film kısacası. Eğer ki Snatch formülünü özlediyseniz aradığınız şey burada. Onun kadar iyi bulamayacak olmanız olası tabii ama yine de gideri var.

 

the-gentlemen-trailer

Yorum bırakın